Tevrat Musa Exodus ve Tek Tanrı İnanışı

Konunun başlığından da görüleceği üzere sunumun amacı; Musa, Tevrat ve Tek tanrı inancının önemi ve anlamı ile ilgili son yıllarda yapılan çalışmalar ve bunların ışığında düşüncelerimi sizlere arz etmek ve zihinlerde bazı soruların oluşmasını sağlamaktır.

Eski ahit ve Museviliğin İnanç temelleri, tek tanrı inancı ve ahlak esasları: yüzbinlerce yıllık bir süreçte insan türünün zihinsel ve ruhsal evrim sürecinin sonuçlarından biridir. Bu durumun öznesi ve nesnesi insan ve onun ruhsal gelişimi olduğu için anlaşılmasında özel bir zorluk arz etmektedir. Ancak bu gün,  bu durum ulaşılan bilimsel düzeyde daha anlaşılabilir olmaktadır. İnsanoğlunu Batlamyus’tan Galileo’ya, Galileo’dan Mars’a götüren bilgi ruhsal dünyamızın anlaşılmasını da mümkün kılmaktadır.

Bugüne kadar Kutsal Kitaplar genelinde ve özellikle Tora ile ilgili, sayısız yorumlar ve eleştiriler yazılmış yayınlanmış ve yaygınlaşmıştır. Bu çalışmaların nerede ise hepsi taraflıdır. Yani ya mutlak imana dayalı ya da inkara dayalıdırlar. Bir diğer önemli özelliği ise bu yorumların ahlaki, felsefi, mantık ve akla uygunluk açısından yapılmış olmasıdır. Örneğin Tanrının var olup olmadığını tartışmak gibi.

Ön kabul ya da mutlak iman ile bağlananlar, “Yaradılış” kitabında anlatılan dünyanın, ademin…vb yaratılışlarını tarihsel bir gerçek olarak algılamış, en azından inanan geniş kitlelerde bu kanıyı uyandırmışlardır.

Bu gün kesinliğinden asla şüphe duymadığımız Galileo ile başlayan, evren modeli, Darvin’le başlayan evrim teorisi gibi gelişmeler, büyük tartışmalara hatta kanlı çatışmalara sahne olmuştur. Taassup bu çatışmaların baş nedenidir. 

Bu durum bugün de büyük bir problem olarak önümüzdedir.

Aydınlanma çağından günümüze doğru evren modelinde olduğu gibi Kutsal Metinlere, kesinleşen bilimsel bulgular ışığında yeni bir bakış açısı da gelişmeye başlamıştır. Bu durumu Reform hareketinde de görüyoruz. Yakın dönem büyük düşünürlerinden Nietzsche, Freud, Jung, E.Fromm yeni yaklaşıma öncülük etmişlerdir.

E. Fromm  “Tanrılar Gibi Olacaksınız” isimli eserinde şöyle der: “bu çalışmamda Eski Ahit’e ne şekilde yaklaşacağımı açıklamak isterim. Onu “Tanrı’nın kelamı” olarak görmüyorum, yapılan tarihsel araştırmalar Eski Ahit’in çok değişik zamanlarda yaşamış, birbirlerinden çok farklı kişiler tarafından kaleme alındığını kanıtlamaktadır, ayrıca Teizme de inanmıyorum. Buna rağmen eski Ahit olağan üstü bir kitap olarak geçerliliğini binlerce yıl boyunca koruyan kurallar ve ilkeleri dile getirmiştir… nesiller boyunca hayat ve özgürlük için mücadele etmiş insanların dehasını yansıtmaktadır.”

 1900’lerin başlarında araştırmacılar “Tevrat Arkeolojisi” adı ile yeni bir çalışma alanı başlattılar. Başlangıçta bu çalışmaların amacı Eski Ahitte yazılan olaylar ve kişileri arkeolojik bulgular ile kanıtlamaktı.

Tarih, arkeoloji, dil bilimleri, antropoloji, teoloji, zihin bilimler, ruhbilim…gibi bilim dallarının biriken bulgu ve bilgileri, daha yeni bir teorinin gelişmesine öncülük etmektedir.

Eski Ahitteki karakterler ve olaylar tarihsel gerçeklikte benzer örnekleri olsa bile, gerçekten yaşanmış olaylar ve karakterler değildir, semboliktirler ve bir inancı, toplumsal bir ahlak sistemini yerleştirme amacı ile zaman içinde gelişmiş mitolojilerdir.

Tevrat başlangıçta İsrail Oğulları olarak bilinen küçük bir toplulukta doğmuştur ve İsrail Oğullarının ulus olma Mitolojisi olarak gelişmiştir, ancak zamanla kendisinden önceki sosyal, siyasi, ekonomik ve hatta askeri yapıyı kökten etkilemiş ve diğer iki tek tanrılı inanç sistemine de temel oluşturmuştur.

Musa, ile ilgili olarak önce Tevrat’ın ne dediğine bakalım.  Eski ahittin ilk 5 bölümü (TORA) Musa’ya atfedilir. Musa’nın doğumu yaşamı, ölümü, çıkış, çölde 40 yıl bu bölümde hikâye edilir. Bu hikâye edişte kahramanlar, olaylar, zaman ve mekân anakronik bir dizilim içindedir. Yani yüzyıllar önce yaşanmış bir olay ve kişiler bir anda gelecekte olacakmış gibi anlatılırken, geleceğe atfedilen bazı konular ise yine aynı hikâyenin içerisinde geçmişe bağlanmaktadır.

Tevrat’a göre Musa, İsrail oğulları Mısırda köle iken İbrani bir ailede doğmuş, sepet içinde Nil nehrine bırakılmış, Firavunun kızı tarafından bulunmuş ve sarayda büyüyüp eğitim görmüştür. İbrani köklerinin de farkındadır. Mısırlı bir memurun bir İbrani köleye işkence ettiğini görünce mısırlıyı öldürmüş, sonra da Firavundan korkup çöle Midyana kaçmıştır.  Medyan halkı Tevrat’ta Midian’lılar (İngilizce: Midianites) adıyla anılan göçer kavimdir. Bugünkü Suriye’nin güneyi ile Ürdün ve Hicaz’ın kuzeyine denk gelen çok geniş bir coğrafyada göçer olarak yaşayan kabilelerdir. Tevrat’a göre Musa, Mısır’dan kaçtığında Midianlılara sığınarak 40 yıl onların arasında yaşadı.

 İlk mucize çölde çobanlık yaparken yanıp yanıp bir türlü tükenmeyen çalıyı görmesi ile başlar. Yanan çalının içinden Tanrı seslenir ve Musa’ya Mısıra dönmesini İsrail oğullarına, ataları İbrahim’in, Yitsak’ın, Yakup’un Tanrı’sının gönderdiğini, halkın çektiği işkence, kölelik ve acılarını bildiğini onları Vadedilen Topraklara götüreceğini söyler.

Musa Tanrıya “adın ne?” diye sorar. Tanrının cevabı: “ehye aşer ehye” dir.

Bu Cevap birçok yönden çok ilginç olup, pek çok düşünür tarafından yorumlanmıştır. Biz burada dilbilimsel ve anlam açısından üzerinde duralım. “ehye aşer ehye”; pek çok çeviriyi dikkate alarak şöyle çevirebiliriz, “ ben oluşta olacak olanım”.  Bu ifadede kullanılan “ehye” kelimesi “olunan, gerçekleşmek, hissetmek” anlamlarını içeren “haya – hava” kökünden gelir ve İbranice ve Aramice de olup Arapçada yoktur. Bunun yerine aynı anlama gelen “Kün – Kenne” kökü vardır. Tevratta 6 yerde geçer ve “adı Kıskanç olan Tanrı”  anlamında kullanılmıştır.

Her hâlükârda Musa “Yehva” adını Midyanda kayın pederi Yitro’dan öğrenmiştir. Bu ifade başta Erik Fromm olmak üzere pek çok düşünürün dikkatini çekmiş ve  “Tanrılar gibi Olacaksınız” isimli kitabında bu konuyu işlemiştir.

Sonrasında Musa Mısır’a döner İsrail oğullarını kölelikten kurtarmak üzere Firavun ile yaptığı pazarlıkların sonuçlarına göre çeşitli mucizelerle Mısır halkını ve Firavunu cezalandırır. Sonunda Firavun İsrail halkının gitmesine müsaade eder, Musa’nın önderliğinde Kızıl denizi yararak geçerler, 3 ay sonra Sina Çölünde Dağın eteğinde konaklarlar. Burada Musa ve İsrail halkı Tanrıya övgüler sunar:

              “Tanrılar arasında Yehva’ya benzeyen Tanrı var mı.

               Senin gibi kutsallıkta görkemli,

               Heybeti ile övgüye değer,

               Mucizeler yaratan tanrı var mı?” (şemot 15)

Burada Sina Dağı mucizesi yaşanır. Musa Tanrıdan başta 10 emirin yazılı olduğu “Taş Levhalar” olmak üzere İnancın temelleri olan buyrukları alır.

Çölde 40 yıl dolaştıkları süre içinde Musa, pek çok mucize daha gösterir. Konup göçerek yol alırlar ve gidecekleri, konaklayacakları yerleri her zaman ibadet çadırının üzerini kaplayan bir bulut gösterir. Bulut durunca konaklarlar bulut hareket edince de yola çıkarlardı.  Bu 40 yıl boyunca İsrail halkı zorluklarla karşılaştıkça Yehva’dan ümidini keserek başka tanrılara yönelirler, putlar yaparlar, putperest tapınma törenleri yaparlar her defasında Musa mucizeler ile İsrail halkını hem cezalandırır hem de Yehva’nın  yoluna geri çevirir. Sonunda vadedilen ülkeyi bir tepeden gördükten sonra Musa ölür. Özetle hikaye göçebe bir topluluk hayatını anlatır.

AYNI HİKAYENİN İKİ DEĞİŞİK VERSİYONU

Başta tarih bilimi olmak üzere arkeolojik bulgular, Mısır belgeleri, noro-psikoloji bilimleri, coğrafya ve iklim değişiklikleri, dil bilimleri, din bilim, antropoloji, genetik bilimler …vb pek çok disiplinin ulaştığı gerçekler ışığı altında, Büyük Atatürk’ün dediği gibi, “en hakiki mürşit bilimdir” düsturundan hareketle, akademik çevrelerde yeni yeni gündeme gelen bir hipotezi açmaya çalışacağım. 

Araştırmalarım arasında Kudüs Hebrew Üniversitesi Tarih ve Mikra Bölüm başkanı  Prof. İsrael Knohl’in “Tevrat Nasıl Doğdu” kitabı ile karşılaştım ve süratle okudum. Bu eser beni, Kutsal metinler üzerine yorum yapma konusunda cesaretlendirdi. İfadelerimin bu çerçevede değerlendirilmesini arz ederim.

Özetle bu çalışmada kullanılan yöntem; bilimlerin konumuzla ilgili ulaştığı bilgileri, Tevrat’ta geçen olgular ile birlikte yorumlamaktır.

Knohl’e göre tarihsel kayıtlara geçmiş Musa ve Exodus (çıkış) hikayesinin 2 ayrı versiyonunu ele alacağız.

Bunlardan birincisi tarihçi Flavius’un yazıtlarında adı geçen, MÖ 1. Yy da yaşamış olan Manetho isimli tarihçinin yazdıklarıdır. Bu versiyonda firavun tanrı ile yüz yüze görüşme arzusundadır ve Baş Kâhine danışır. Kâhin ona şayet Mısır’daki cüzzamlıları temizlerse isteğinin gerçekleşeceğini söyler. Firavun Mısırdaki tüm cüzzamlıları Hiksos’ların   eski başkenti Avaris şehrinde toplar. Hiksoslar MÖ 1700’lerde Mısıra kısa bir süre hâkim olmuş İbrani kökenli bir halktır. Cüzzamlılar duruma isyan ederler başlarına İbrani kökenli eski bir güneş tanrısı rahibi geçer. Bu kişi daha sonraları adını Musa olarak değiştiren Osersif’tir. Musa isyancılara Mısır dinini, tanrılarını, heykel ve putlarını aşağılayan, tapınaklardaki kutsal hayvanlarını kurban edip yiyen yeni bir dine inandırır.  Bu duruma karşı çıkan Mısırlıların saldırıları başlayınca Musa eski Hiksoslulardan ve Kenan bölgesinden yardım ister, paralı askerler toplar ve firavuna karşı savaşırlar. Büyük kaos ve karanlık bir dönem başlar. Firavun Kuş ülkesine kaçar. Bir müddet sonra gücünü toplayıp büyük bir ordu ile geri döner. Musa ve taraftarlarının ordularını yener. Musa ve yandaşları Mısırı terk ederler.

Mısır papirüs ve taş yazıtlarda hikâyenin 2. Bir versiyonu daha vardır. Bu kayıtlarda 20. Sülalenin kurucusu olan Firavun Setnakhte’nin Mısır’ı nasıl kargaşadan kurtardığı, tanrısal düzeni yeniden tesis ettiği anlatılır. 19. Sülalenin son Firavunu Tauseret isimli kadın bir Firavundur. En önemli komutanlarından biri İrsu isimli kuzeyli (Haru) bir kişidir. Sülalenin son firavunu yerine kan bağı olan bir varis bırakmamıştır ve Mısır anılan dönemde 50 yıl devam eden Büyük Kıtlık döneminin en şiddetli yıllarını yaşamaktadır. Tauseret ölünce (MÖ 1189) taht boş kalır ve taht kavgaları bu karmaşa ortamında şiddetlenir, İrsu, kuzeyden getirdiği paralı askerler ve müttefik güçler ile tahta geçer ve mısırı kontrolü altına alır.  Setnakhte’nin ve oğlu 3. Ramses, İrsu’nun isyanını bastırır. Bunun üzerine, adı “ kendini yapan adam” anlamına gelen İRSU, taraftarları ile Mısır’ı terk eder. 3. Ramses’in babsı Setnakhte nin adına diktiği dikili Taş anıtta şu cümle yazılıdır; “Şahinin önünden kaçan serçeler gibi onları kaçırdı ve mısırı temizleyip tanrısal düzeni yeniden sağladı.

Burada bahsedilen İRSU’nun, gerek kuzeyden gelen bir kişi olması (Haru), gerek Firavunla anlaşarak Mısır’ı terk etmiş olması gerekse bütün bu olayların büyük kıtlık döneminin sonuna denk gelmesi nedeniyle Musa olduğu kanaati araştırmacılar arasında bir hayli yaygındır. 

TEK TANRI İNANCI

Museviliğin inanç temellerinin en önemlisi olan; Tek Tanrı inancının ortaya çıkışı ve gelişimi ile ilgili tarih, arkeoloji ve dil bilimlerinin bulgularını değerlendirelim. Eski Ahit’te tek olan, öncesi ve sonrası olmayan, doğmamış ve doğurmamış olan her şeye gücü yeten tanrının adı “ Yehu ya da Yehwa ”dır.

Bu isime tarihte ilk defa Nebatiler ve Medyalılarda rastlıyoruz.  Nebatiler tarih öncesi dönemlerden beri Arap yarımadası, yemenden başlayarak kuzeyde Kenan İsrail ve Suriye’ye kadar geniş bir coğrafyaya dağılmış, göçer bir hayat yaşayan kabilelerdir. MÖ 1500 lerden önce bile bölgede varlıklarını sürdüren Yakov-El, Şasu-Yahu, isimli Midyanlı kabilelerin varlığını Mısır kayıtlarında görüyoruz. Bu insanların “adı kıskanç olan” bir tanrıya taptıklarını yine aynı kayıtlarda görüyoruz. Aynı dönemde Mezopotamya, Babil, Hitit, Ugarit, Kenan ve Mısır tanrıları arasında bu isime yada tanrı anlayışına rastlanmamaktadır. Bu kültürlerin tanrıları biyografisi olan tanrılardır. Doğarlar, doğururlar, yaşarlar, savaşırlar….

Yakov-El kabilesinin Kenan bölgesinde, Sina ve mısırın delta bölgelerinde yaşadıkları ve özellikle Büyük Kıtlıkta Mısıra gittikleri Mısır, Hitit ve Erken dönem Roma Kayıtlarında vardır. Yehwa inancı,  50 yıldan fazla süren Büyük kıtlık -karanlık zamanlar- dediğimiz dönemde oluşan, kültürlerin kaynaştığı ortamda gelişip yaygınlaşmış, diğerleri yok olup giderken Yehwa inancı Musa ve İsraiıloğulları üzerinden diğer semavi dinler yoluyla da  günümüze kadar varlığını korumuştur.

MÖ 2-3 . yüzyılda yaşamış olan Rahip Hillel’in, Tevrat’ı öğrenmek isteyen Roma askerine; “Sana yapılmasını istemediğin bir şeyi, sen de komşuna yapma. Kutsal yasanın tümü budur. Diğer her şey bunun yorumlarıdır, git ve çalış.” demiştir.

Matta İncili 22:37-40 ta ise; “Rabb’i, bütün kalbinle, bütün canınla ve bütün aklınla sev, işte ilk ve önemli buyruk budur. İlkine benzeyen kinci buyruk da şudur: komşunu kendin gibi sev. Kutsal yasanın tümü ve peygamberlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır.”   Demektedir.

Bu iki cümle bize Kutsal kitapların ve peygamberlerin temel amacını özetlemektedir. Birlikte yaşamak zorunda olan insanları birleştirmek. Yahudi kelimesinin anlamı da budur. Bir olmuş olan.

Konunun geliştirilmesi açısından sözümü bir soru ile tamamlamak isterim. Yeni teori açısından bakarsak, gelecekte biz insanları ne bekliyor? Geleceğimiz, insanlığın geleceği güven altında mı? Sadece diğer insanlarla değil tüm canlılar ile birlikte aynı “Nuh’un Gemisinde” değil miyiz?