VARLIĞIN DERİNLİKLERİNDEN YÜCELİKLERİNE



VARLIĞIN DERİNLİKLERİNDEN YÜCELİKLERİNE

“Yaşam, zaman geçirmek için değil, bir şeyler yapmak içindir!”
Aaron Shamy
“Yaşam, zaman geçirmek için değil, Varlık ile bütünleşerek ve dolayısıyla İlahî Akışa dahil olarak bir şeyler yapmak içindir!”
Salih Akdemir

Hasan dağı, kimileri için uygun bir tırmanma alanı, kimileri için içinse Varlık’la buluşma, bütünleşme mekanı… Güzel Aksaray ilimizde bulunan Hasan dağı, şairlerimiz için de bir ilham kaynağı…. Kimileri içinse engellenemez bir tutku… Adı nereden geliyor bilinmez ama çok anlamlı ve düşündürücü… Arapça, iyilik ve güzellik anlamında… Sevgili Peygamberimizin iki torunu Hasan ile Hüseyin’in isimleri de bu kökten geliyor… Jeoloji bilim dalı uzmanları, onu bir yanardağ olarak araştırma konusu yapabilirler. Ben bu denememde, Hasan dağına tırmanışımızı, Varlıkla buluşma, bir bütünleşme belki de engellenemeyen bir tutku süreci olarak betimleyeceğim.
Dağlar, Yüce Kitabımızda çok önemli bir yer tutar. O, bize üzerinde yaşadığımız gezegenin, dengesini onlar sayesinde koruduğunu sık sık hatırlatmaktadır. Yaratıcımız bu gerçeğe Lokman süresinde çarpıcı bir biçimde işaret etmektedir:
“ O, gökleri, görebildiğiniz direkler olmadan yaratmış, yere de sizi sarmaması için sabit yerleştirmiş ve orada her türlü canlıyı yaymıştır. Biz gökten yağmur indirmişizdir ve onunla yeryüzünde her türden güzel bitkiler bitirmişizdir. İşte bunlar, Allah’ın yarattıklarıdır. O halde siz, bana, O’nun dışındakilerin neler yarattığını bir gösterin bakalım! Hayır, hayır, zalimler, apaçık bir sapıklık içinde bulunmaktadırlar!” [31Lukmân, 10-11]
Modern bilimin son zamanlarda ulaştığı bu gerçeği Kur’ân’ın asırlarca önce bildirmesi gerçekten de düşündürücü… Dağlar, yücelikleriyle, zirveleriyle bizleri derinden etkilerler. Zirveler, bizde sürekli bir biçimde ulaşma tutkusu oluştururlar. Ancak, zirveye ulaştığımız zamandır ki, tutkumuz giderilmiş olur… İşte Hasan dağı, bir bakıma benim de tutkum, ama daha da önemlisi Varlıkla buluşma ve bütünleşme mekanım… Hasan dağına tırmanmayı, uzun zamandır arzuluyordum. Bu arzumun kaynağında, çok sevdiğim ve takdir ettiğim Milli Tekwandocu bir öğrencim sayesinde yaklaşık olarak üç yıldan beri tanıdığım ve tanımaktan dolayı da onur duyduğum, çok değerli Üstadım, Gurum Dr. Muammer Karakaş’ın Hasan dağı ile anlattıkları yatıyordu. Dr. Muammer bey, halk sağlığı konusunda uzman olan çok değerli bir araştırmacı ve tıp doktoru… Ama bana göre daha da önemlisi, Ayurveda ve Yoga konusunda dünyadaki en yetkin isimlerden bir olması… Aramızdaki yoğun iletişim, benim de Yoga ve Meditasyon konusunda yoğunlaşmamı sağlamıştır. Varlık ve Ruhsallık konusundaki araştırmalarım zaten beni ister istemez bu yöne çekmişti. Hasan dağı, ona göre Meditasyon için en ideal mekanlardan biriydi. Dr. Muammer bey*, on yılı aşkın bir süredir, yılda hiç değilse bir kez Hasan dağına manevî, ruhsal tırmanışını gerçekleştirmeden edemiyor. Hasan dağı, onun için gerçekten de bir tutku… Bu yıl, bu manevi, ruhsal tırmanışa birlikte karar vermiştik. İşte bu yolculuk, bize, 14-16 Temmuz 2006 tarihleri arasında müyesser oldu. Yolculuğumuza, Dr. Muammer beyin yanında bilgisayar uzmanı olarak çalışan Çetin Karabudak*, adlı son derece yetenekli, ruhsal yönden özellikleri olan bir gençte katıldı. Böylece biz üç kafadar yolculuğumuza başladık. Yolculuğa Arap dilinde sefer denir. Sefer sözcüğünün kök anlamı açığa vurmak, göstermektir. Yolculuğa sefer denmesinin nedeni, yolculuk yaptığınız kişilerin, gerçek kimliklerini ortaya koyması… Güzel Türkçemizde, birinin nasıl olduğunu anlamak için onunla yolculuğa çıkmak gerekir denir. Gerçekten de yolculuk öyle bir şey… Hayran kaldığımız, yücelttiğimiz kişiler, yolculuk esnasında bize farklı görünebilirler. Onlar ile ilgili düşüncelerimiz, baştan sona değişebilir. Çok derin bir hayal kırıklığı yaşayabiliriz. Ya da dostluklar, sınamadan sonra daha da pekişirler. Birazdan anlatacağım gibi, biz yolculuğumuz, sevginin ve dostluğun pekiştiği bir yolculuk oldu… Çünkü bu yolculuk, gerçek Sevgili’ye, Dost’a, Varlık’ a yapılan bir yolculuktu. Yolculuk ana hatlarıyla şu şekilde gerçekleşti:


HASAN DAĞI TIRMANIŞI


——————————— 14.07.2006 ————————————-
14:40 Ankara’dan çıkış;
16:30 Tuz Gölü üzerinde yürüyüş;

16:55 Tuz Gölü’nün boğaz kısmını geçtikten sonra karın kısmında mor renkleri yansıması;

17:05 Aksaray’a kırkbeş kilometre kala Hasan Dağının sülüyetinin net bir biçimde görünmesi;

17:30 Aksaray Orman İşletme Şefliği’ne varış;

18:30 Aksaray Orman İşletme Şefliği’den ayrılış. Aksaray Ovası (990 m.)

19:30 Helvadere’ye varış (1355 m.);

20:05 Dağ Evine varış (1750 m.);

21:10 Akşam yemeği yeme;

22:30 Yatış.

——————————– 15.07.2006 —————————-

04:00 Kalkış;

05:30 Yola çıkış;

18:00 Bacaya yakın olan Büyük ve Küçük Hasan Dağları arasındaki yaylaya varış;

19:00 Akşam yemeği yeme;

19:30 Çadır kurma;

20:30 Yatış.
——————————– 16.07.2006 ————————

04:00 Kalkış;

05:00 Zirveye tırmanış için hareket ediş;

09:00 Zirveye varış;

11:00 Öğlen yemeği yeme;

12:15 İniş için harekete geçme;

19:00 Dağ evine varış.

Yola Çıkış Ve Tuz Gölüne Varış
Üçlü, Dr. Muammer beyin jipiyle yola çok büyük bir coşkuyla koyulduk; çünkü amacımız son derece önemliydi. Çok geçmeden Tuz Gölüne vardık ve görkemli görünüşüyle kendimizden geçip adeta büyülendik; öyle ki, göl üzerinde yürümekten kendimizi alamadık*. Gölden ayrılırken, renginin mora dönüştüğüne tanık olduk*. Mor rengi Ruhsallığın en son noktası… Kalp gözünün açıldığını simgeleyen renk…Dr. Muammer bey, gölü ilk defa bu renkte gördüğünü söyledi. Göl bu şekliyle öylesine görkemliydi ki… Kim bilir, beklide bu bize Varlık’ın bir armağanı…Tabii ki, biz durumu, yolculuğumuzun amacına uygun olarak gerçekleşeceğine bir işaret olarak değerlendirdik.
Aksaray Orman İşletme Müdürlüğüne Varış
Tuz gölünden ayrıldıktan yaklaşık on dakika sonra Hasan Dağı tüm ihtişamı ve görkemi ile karşımızda duruyordu*. Heyecanımız doruk noktasına ulaşmıştı. O heyecan içinde, Aksaray’a vardığımızı bile anlayamadık. Aksaray’da ilk işimiz, Orman İşletme Müdürlüğüne varmak oldu. Orada başta kurumun müdürü Orman Mühendisi Mustafa? Bey ve mahiyetinin çok sıcak ilgisiyle karşılaştık. Mustafa Bey, İlahiyat alanlarına ilgi duyan ve bu konuda özgün görüşleri olan çok değerli bir insan… Bu yüzden birden bire aramızda çok sıcak bir sevgi ortamı oluştu; öyle ki, bir birimizden adeta hiç ayrılmak istemiyorduk.
Helva Dere’ye ve Kalacağımız Dağ Evine Varış
Dağ evinin sahibi, bizi Helva Dere’den alacağını söylemişti. Bu yüzden biz de Aksaray’ın cadde ve sokaklarından, şehrin tarihî ve doğal güzelliklerini temaşa ederek Helva Dere’ye vardık… Dağ Evi’nin sahibi Reşat? Beyin gelişini beklemek üzere Kahveye girdik. Kahvedekiler, yabancı olduğumuzu anladıkları için merak ve sevgi dolu gözlerle bizi süzdüler ve hoş geldin demek için yanımıza varmakta gecikmediler. Burada da kısa bir zamanda hoş bir sohbet ortamı doğdu. Özellikle Dr. Muammer bey tıp doktoru olduğu için, yaşlı köylülerin ilgi odağı olmuştu. Ona sağlık sorunları ile ilgili sorular soruyorlardı o da onlara anlayacakları şekilde yanıt vermeye özen gösteriyordu. Dağ Evi sahibi Mehmet? Bey Helva Dere’ye varmakta gecikmedi. Dağ Evi, Helva Dere’ye yaklaşık otuz beş dakikalık bir mesafedeydi. Mehmet beyin ön ayak olması sonucu çok kısa bir zaman önce açılmış ve yeni asfaltlanmış olan yoldan yavaş yavaş Dağ Evi’ne doğru yola koyulduk. Şehrin boğucu sıcağı yerini, insanı hoş bir biçimde ürperten, titreten bir havaya dönüşmüştü. Dağ Evi, valiliğin emrinde bulunan ama kaderine terk edilmiş bir yer iken İngiltere’de uzun yıllar çalışmış olan ve sonunda memleketine dönen Mehmet beye tarafından yeniden düzenlenmişti. Dağ Evi’nin ovaya bakan muhteşem görüntüsü gerçekten de çok etkileyici ve büyüleyiciydi*. Vardığımızda güneş batmak üzereydi. Mehmet bey akşam yemeğini hazırlarken biz de bu arada resim çekmeye özen gösteriyorduk*. Resim çekmek, fotoğrafçılık gerçekten de geçmişi ana bağlayan bir sanat…

Akşam yemeğini yedikten sonra, yeniden balkona çıktık. Gökyüzü, ay, dolunay olmasına rağmen, yıldızlarla doluydu. Yıldızlar öylesine ışıl ışıl parlıyorlardı ki.. Birden çocukluğumu hatırladım. Ancak çocukluğumda yıldızlar, böylesine ışıl ışıldılar… Biz, şanslı biz nesiliz. Biz sonraki gelenler gerçekten de özellikle doğal güzellikler konusunda şansızlar…Çarpık ve plansız şehirleşme, yeşil katliamı, bütün bunlar, şehir yaşamını doğallıktan koparmış… Doğallık ancak, şehirden uzaklaşıldığında yaşanılabilecek bir olgu..
İşte Dağ Evi, bize böyle bir doğal ortam sağlıyordu… Yarına dinç bir biçimde kalkmak için yatmağa karar verdik. Tabiiki yatmadan önce Değerli Gurumuz önderliğinde meditasyon* yaptık. Uyumaya çalıştım ama uyumak ne mümkün… Aradan uzun bir süre geçtikten sonra uyuya kalmışım.
Kalkış Ve Tırmanmaya Başlayış
Güneş doğmadan önce saat dörtte uyandık. Hazırlıklarımızı yaptık. İşte hayatımda ilk kez o zaman dağcılığın ne olduğunu ve techizat gerektirdiğini anladım. Gerçekten de Dr. Muammer bey bu konularda çok deneyimliydi.. Aksaray’a vardığımızda, tırmanma esnasında olabilecek olumsuzluklara, özellikle Akciğer ödemine karşı önlem olmak üzere bize bazı haplar vermişti… Sırt çantalarının hazırlanmasında seyirci konumundaydım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu; zira böyle bir şeye ilk kez tanık oluyordum… Hazırlık saat beş buçuğa dek sürdü. Sonunda Varlığı ulaşmak üzere sırt çantalarımızı yüklendik ve yola koyulduk*. Bacaya yakın olan Büyük ve Küçük Hasan Dağları arasındaki yaylaya varmak üzere on iki buçuk saat sürecek olan tırmanış böylece başlamış oldu… Yaklaşık bir saat sonra giriştiğim işin güçlüğünü anlamaya başladım. Bu yolculuk, benim için hiç te kolay olmayacaktı. Bazen tırmanmak bazen ise uçurumlardan düşmeden aşağıya inmek gerçekten de hem çok zor hem de son derece tehlikeliydi…* Sırtımdaki yükler giderek ağırlaşıyordu… Bin bir güçlükle son su deposuna vardığımızda tükendiğimi hissediyordum… Burada sabah kahvaltısını yaptık. Bir süre depodan su bidonlarını doldurup katırlarına ve merkeplerine yükleyen ve hayvanlarını sulayan göçebe kadınları izledikten sonra tekrar yola koyulduk. Asıl tırmanış ve güçlük benim için bundan sonra başlayacaktı… Dağ Evinden iyice uzaklaşmıştık… Altımızda ovalar ve onun gerisinde sıra dağlar alabildiğine uzanıyordu. Hava gerçekten de çok güzeldi…Güneş üzerimizde iken Dr. Muammer bey, güneşten etkilenmemiz için losyon sürmemizi söyledi. Biz de süründük*… Dr. Muammer bey gerçekten de hiçbir ayrıntıyı ihmal etmiyordu. Daha yola çıkmadan önce kuruyemişlerimizi ve çukulatalarımızı bile vermişti… Bulunduğumuz yerde bir süre dinlendik; öylesine yorulmuştum ki…* Bu arada birlikte meditasyon yaptık… Biraz rahatlamıştım. Ama Hasan Dağı giderek dikleşiyordu ve bana geçit vermek istemiyordu. Bu noktadan sonra tırmanmak benim için o kadar zorlaşmıştı ki… Ancak elli metre gidebiliyor ve sonra da adeta kendimden geçiyordum. Adeta ayaklarım yürümemek için bana isyan ediyordu. Yükseldikçe soluk alma zorluğu yaşamaya başlamıştım. Çok geçmeden benim durumumun, tırmanışımızı engellediğini anladım. Genç kardeşimiz, Çetin, tırmanmada hiçbir sorun yaşamıyordu. Adeta bu iş için yaratılmıştı. Dr. Muammer bey, yorgunluk hissetse de tırmanmada hiçbir sorun yaşamıyordu. Benim zorlandığımı görünce tırmanışımıza son verebileceğini söyledi… Buraya geliş nedeni zirveye tırmanmak olduğu halde geri dönmekten söz ediyordu… Ne asil, ne müşfik bir insan! Kendimi zorlamak ve hatta tüketmek pahasına yola devam ettim… Böylesine yüce bir amaçtan nasıl vazgeçilebilebilirdi ki… Bu arada Çetin, zaman zaman yükümü taşıyor ve asası ile beni çekiyordu. Ona bizden önce yaylaya varmasını söyledik… Bu ara ne oldu bilmiyorum. Ama birden ayaklarıma bir güç geldi ve Doktor beyle birlikte kayaların üzerinde hızla yürümeye başladım… O an içimde İlahî bir nefesin sıcaklığını hissediyordum. Kayalar üzerinde yürümüyor, adeta uçuyordum… Sonunda kamp kuracağımız vadiye varmıştık… Vadi 3000 metre yükseklikte idi. 3260 metre yükseklikteki Zirve hemen arkamızda bütün görkemiyle duruyor ve bizi selamlıyordu… Önümüzde ise ovalar ve onların gerisindeki sıradağlar görkemli bir biçimde gözümüzün önünde seriliyorlardı. Bir süre dinlendikten sonra Varlıkla buluşmamızı sağlamak ve Ona şükretmek üzere yoğun bir meditasyona daldık… Saat on dokuzda, yorgunluğumuzu unutmuşçasına akşam yemeği hazırlığına başladık. Dr. Muammer bey, çantasındaki küçük ocağını çıkardı ve kırk yıllık aşçı maharetiyle bize harika bir pilav hazırladı.. Yanımızdaki ekmeklerle birlikte pilavı iştahla yedik.. Saat on dokuz otuzda Dr. Beyle genç arkadaşımız Çetin, çadırımızı kurmağa koyuldular. Bana ise her zaman olduğu gibi, izlemek düştü. Her ikisi de ne harika insanlar, her şeyi öylesine güzel yapıyorlar ki… Doğayla öylesine bütünleşmişler ki… Onların bu hallerine gerçekten imrendim ve keşke ben de onlar gibi olabilsem diye içimde geçirdim. Saat sekiz sularında güneş yuvasına çekilmeye başlamıştı… Güneşin batışını izlemek öylesine büyüleyiciydi ki… Güneş battıktan bir süre sonra, yıldızlar, ışıl ışıl parlamaya başlamışlardı. Bize öylesine yakındılar ki… Sanki elini uzatsan onlardan dilediğine değecekmişsin gibi… Sadece bu görkemli doğa harikasını izlemek için bile Hasan Dağına tırmanmağa değerdi… Belli bir süre yıldızları ve ayı izledikten sonra, yatmaya karar verdik. Zirve ulaşmak için dinlenmek gerekiyordu.. Saat yirmi otuzda uyumak üzere çadıra girdik.. Yorgunluktan dolayı hemen uyumak mümkün olmadı; ama hiç kimse ses çıkarmıyordu. Derken hepimiz uykuya daldık.. Saat dörtte zirveye ulaşmak için kalktık. Gökyüzü yine bütün görkemiyle üzerimizde duruyordu… Bir an önce zirve ulaşmak üzere yola koyulduk… Elli metre yürüdükten sonra nefesimin kesildiğini hissettim. Ne kadar çabalasam da yürümem mümkün olmuyordu. Artık yola devam edemeyeceğimi anlamıştım. Onları engellememek için çadıra dönmeye karar verdim*. Dr. Muammer bey sağlığımdan endişe ettiği için beni yalnız bırakmak istemiyordu. Ben, kendisine çok iyi olduğumu tek başıma çadıra dönebileceğimi söyledim. Israrım üzerine, onlar zirve tırmanmaya karar verdiler. Zirveye çıkamadığım için öylesine üzülmüştüm ki… Hayatta hedefe ve amaca ulaşamamak herkesi üzer. Ama, benim o an için en büyük mutluluğum, bu iki asil ruhlu insanın amaçlarına ulaşması oldu. Evet onlar, bana anlattıklarına göre, büyük bir güçlükle de olsa zirveye ulaşmışlar, orada güneşin doğuşunu izlemişler ve kahvaltı yapmışlardı*. En önemlisi Dr. Muammer beyin Zirve’deki defteri imzalamasıydı*. Evet onlar, orada Varlık ile bütünleşmişlerdi. Onlar, Zirve’ye doğru tırmanırlarken ben de yavaş yavaş çadıra doğru inmeye başladım. Güneş doğmak üzere idi.. Kendi kendime, Zirve’ye niçin çıkamadığımı soruyordum. Nasip değilmiş, deyip geçebilirdim. Ama ben daha almam gereken çok yol olduğu şeklinde yorumladım. Ama nerede olursak olalım, aslında Varlık’taki ezelî akış içinde değil miyiz? Evet, O, ve bizler aslında sürekli bir akış içindeyiz. Önemli olan bu akışın bilincinde olmak… Bu akışın bilincine varınca insan, aslında Varlık’ın Sevgi olduğunu, Sevgi’de yaşayanın Varlık’ta yaşadığı gerçeğini ruhunun derinliklerinde çok yoğun bir biçimde hissediyor… Güneş doğmak üzere idi. Güneşin doğuşunu yükseklerden izlemek olağan üstü.. Her şey öylesine büyüleyici ki…. Çadıra döndüm. Bir süre uyudum. Uyandıktan bir süre sonra, Dr Muammer bey ile Çetin kardeşimi, bir çoban ve sürüsü ile birlikte yaylaya doğru inerken görmek gerçekten de çok mutluluk vericiydi. Bir süre dinlendikten sonra, öğle yemeğini yedik…. Artık dönüş zamanı gelmişti. Öncelikle yine Meditasyon’a daldık.. Daha sonra, dönüş hazırlıkları yapıldı… Kendimi çok iyi hissediyordum. İniş için farklı bir yön önerdim. Önerim kabul edildi. İniş’in daha kolay olacağını düşünüyordum. Ama iniş te hiç kolay değilmiş… Oynayan kayalar üzerinde hızlı bir biçimde yürümek ayrıca çok tehlikeliydi. Ama bir akış içinde olduğumu hissettiğim için kayalar üzerinde süratle iniyordum. Dönüşte ekibe sorun olmadığım için gerçekten mutluydum. Dağ evine yaklaştıkça yorgunluğumuz giderek artıyordu. Nihayet su deposuna vardık… Buradan kestirme yol aradık. Tek yol, uçurum gibi bir yardan kaymak idi. Ve kaydık*. Bu sefer, sorun diğer yara tırmanmaktı.. Çetin kardeşimiz önden gitmeye başladı. Biz de dikkatli bir biçimde tırmandık… Dağ Evi’ne yaklaştıkça, güçümün tükendiğini hissediyordum. Sonunda Dağ Evine çok yakın bir yerde bizi bekleyen Jipe vardık. Orman Müdürlüğündeki mühendis Mustafa bey bizi karşılamaya gelmişti… Dağ Evinde bir süre dinlendikten sonra, Dağ Evi sahibi Mehmed beye misafirperverliği için teşekkür ederek ve helalık dileyerek oradan ayrıldık. Mühendis Mustafa bey ve arkadaşları bizi yemeğe aldılar…Birlikteliğimiz öylesine coşkuluydu ki, zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık.. Gece yarısı olmuştu. Dönmemiz gerekiyordu.. Mühendis Mustafa bey ve mahiyetine, ziyafet ve içten dostlukları için yürekten teşekkür ettik… Artık dönüş zamanıydı… Hasan Dağı’ından Sevgili’den ayrılma zamanı idi… Gecenin geç saatinde Sevgili’den, Varlık’tan ayrıldık. Nerede olursak olalım, O’ndan ayrı olmak olası mı ki? Bu seferden ne öğrendim. Bu sefer neyi ortaya çıkardı… Bu seferin ortaya çıkardıkları şunlar: Dr. Muammer bey, gerçekten de ruhsallık alanında ilerlemiş, Varlık’taki Ezelî Akış’a dalmış, yüreği sevgi dolu, olağan üstün yetenekleri olan üstün bir insan… Genç dostum Çetin de bu süreçte ruhsal özelliklerini kanıtlamış oldu…Gelecek vadeden ince ruhlu, olağan üstü yetenekleri olan bir genç.. Sonuç olarak böylesine üstün yetenekli insanları tanımaktan ve onlarla birlikte olmaktan gurur duyuyorum. Onlar bu yolculuk sonrası benimle ilgili nasıl bir yargıya ulaştılar.. Bu soruyu onlara sormak lazım… Sonuç olarak, yolculuğumuz, ruhsallıkla dolu, Varlık ile bütünleşmenin en yoğun bir biçimde gerçekleştiği bir yolculuk oldu. Şu halde yazımın başında aktardığım, Aaron Shamy’nin Yaşam, zaman geçirmek için değil, bir şeyler yapmak içindir!” sözünü şu şekilde tamamlayabiliriz:
“Yaşam, zaman geçirmek için değil, Varlık ile bütünleşerek ve dolayısıyla İlahî akışa dahil olarak bir şeyler yapmak içindir!”